Mutluluktan uzak hüzünlerle büyüdüm ben. Acı çekmediğim bir gün bile yoktu. Aslında çok zengindik. Ama ailemin tek mutluluğu, konken partileri ve kumarhanelerdi.Anıları düşünerek dileniyordu Engin. Onu gören uzamış sakalının, yırtık elbiselerinin içinde, geçmişinde varlıklı olduğunu anlayamazdı.
Nilgün hergün parktan geçerek işine gittiğinde görürdü Engin'i. Para vermeden geçemezdi. Birgün merak edip ismini sormuştu yalnızca.Aslında yaşamını da merak ediyordu.Bir gün elbet sorarım diye düşünürdü hep.Nilgün mütevazi bir ailenin kızıydı. Mutsuz bir nişanlılık geçirmişti.İki gün oluyordu ayrılalı. Oysa hayallerinde evlenip mutlu olacaktı. Ama nerdee.. beklediği gibi geçmemişti nişanlılığı. Büyük sitres içindeydi. Aklını nedense Engin'e takmıştı. Bir bakımada iyi oluyordu. Düşüncelerinden uzaklaşıyordu en azından.
--Engin'e güzel kıyafetler giydirsem, yıkansa, traş olsa nasıl olur acaba.
Saçma bir düşünceydi belki, ama kafasına da koyduğunu yapan biriydi.Bir gece iş yerinde mesaiye kalmıştı. Saat geçti.Eve gitmesi için parktan geçmesi gerekiyordu. Kendi kendine
--Hertaraf aydınlık birşey olmaz diye telkin veriyordu.
Parkın sonuna geldiğinde bir bankta bir adamın yattığını gördü. Onun yanından geçmesi gerekiyordu. Bayağı ürktüğünü hissetti. Adamın yüzüne bakınca bankta yatanın Engin olduğunu anladı. Engin de gözünü açmış ona bakıyordu.
--Bu saatte ne işiniz var burada.
--İşim geç bitti. Evim de iki sokak ötede.. Parktan geçmem gerekiyordu.
Nilgün fırsat bu fırsat Engin'le konuşmam gerek diye düşündü.
--Yanınıza oturabilir miyim?
--Ne demek buyrun.
Nilgün Engin'in yanına oturmuştu. Engin den gelen dayanılmaz koku, onu rahatsız etmeye başlamıştı. Ama belli etmemeye çalıştı.
--Sizi çok merak ediyorum. Lütfen bana hayatınızı anlatır mısınız?
--Gördüğün gibi pis bir dilenciyim. Neden merak ediyorsunuz.
--Konuşma şekliniz kültürlü birine benziyor. Ben de anlıyamıyorum. Kimseyi merak etmem aslında. Ne olur sıkılmazsanız anlatın.
--Geçmişi konuşmak hiç hoşuma gitmez. Ama sizi kırmak istemem.
--Sağol Engin çok teşekkürler.
--Ben tek çocuk olarak büyüdüm. Ailem şımarık olarak yetiştirdi beni. Dadıların elinde hizmetçilerle büyüdüm. Babam çok zengindi. Benimle ne annem ne de babam ilgilenirdi. Annem konken de babam da kumarhaneler de sabahlardı. Özel okullar da okudum. Yüksek öğrenimimi de Amerika da yaptım.
--Gerçek mi insanın inanası gelmiyor.
--Amerika dan döndüğümde ailem, zengin bir fabrikatörün kızıyla nişanladı beni. Önceleri istemedim.Ama sonraları deliler gibi sevdim. O da beni çok seviyordu. Düğün hazırlıklarına bile başlamıştık.
--Eee sonra..,
Gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Merakla Engin'i izliyor anlattıklarına inanamıyordu.
Üniversite mezunu bir dilenci diye içinden düşünüyordu.
--Ben Amerikadayken babam herşeyini kumarda kaybetmiş. Onun için beni de zengin arkadaşının kızıyla evlendirmeye karar vermiş ve kimseye de durumunu belli etmemiş. Biz evlendikten sonra kayınpederden borç para istiyecekmiş. Ama herşey öyle çabuk gelişti ki bir anda ailecek sokakta kaldık. Haciz memurları herşeyimize el koydu. Tülay'la yani nişanlım birbirimizi çok seviyorduk. Babası durumumuzu öğrenince ayırdı bizi.
Ben ruhsal bunalım geçirdim. Bir sene hastanede psikolojik tedavi gördüm.
Yani akıl hastanesinde yattım. Ailem bu müddet zarfında beni aramadı. benim de aklım yerinde değildi. Sonradan öğrendim babam intihar etmiş, annem de acılara dayanamayıp kalp krizinden ölmüş.
--Çok üzüldüm Engin. Peki bukadar tahsil yaptın çıktıktan sonr işe girebilirdin.
--Girmez istemezmiyim. Akıl hastanesinden çıktım diye beni kimse işe almadı. Birgün Tülay'ı gördüm. Evlenmişti. O beni görmedi. Ondan sonra dünyaya boşverdim. Hangi tanıdığın yanına gittiysem beni misafir bile etmedi.
Ömrüm parklar da geçiyor. Birkaç kuruşla da karnımı doyuruyorum.
--Anladım zor durum. Geç oldu benim gitmem gerek teşekkürler herşey için. Görüşürüz Engin.
Nilgün hızlı adımlarla parktan çıktı kafası düşünceliydi.
--Bukadar tahsil yap. Şu hayata bak. Hiçbirşey anlamıyorum bu hayattan.
Anahtarla kapıyı açıp apartmana girdi.Üçüncü kata çıktı. Daire kapısını da açıp evine girdi. Annesi yatmamıştı.
--Kızım nerde kaldın.
--Anne mesaiye kalacağım demiştim ya.
--Tamam da amma çalıştırıyorlar seni.
--Yemek hazırlıyayım mı sana.
--Yok yatacağım yemek yedim anne.
Aslında aklı Engindeydi. Ne yapabilir di onu hayata bağlamak için. yatağına yattı düşüncelere daldı. Çalıştığı yerin sahibi kuzeniydi. kendisi de şirketin muhasebe müdürüydü.
--önce Kuzenle bir konuşayım derken aniden uykuya daldı.
Sabah olmuştu. Öyle heyecanlıydı ki kalbi güm güm atıyordu.
--Kahvaltı et kızım.
--Hayır işim çok anne çıkıyorum.
Düşüncelerle yürüyordu. Havalar da soğumaya başlamıştı artık. Sonbahara girmeye kaç gün kalmıştı.
--Engin ne yapar bu soğukta bir an önce bir düzen kurmalıyım ona. Hayret o da yerinde yok. Nerede acaba?
İş yerine gelmişti.
--Ahmet Bey geldimi?
--Geldi efendim odasında.
Alelacele hızlı adımlarla kuzeninin odasına doğru yürüdü. Kapıyı çalmadan içeri girdi. Ahmet şaşırmıştı.
--Hayrola Nilgün. Bu ne şiddet bu celal.
--Afedersin Ahmet kapıyı çalmadığımı biliyorum.Seninle acil konuşacaklarım var.
--Anlat bakalım dinliyorum.
--Bir arkadaşım var ismi Engin. Amerika da yüksek lisansını İşletme olarak yapmış. Elemana ihtiyacım yok biliyorum. Ama ben çok bunaldım. Bir yardımcıya ihtiyacım var. Ne dersin? Engin'i yardımcım olarak alabilirmiyim?
--Sen istersin de olmaz mı.
--Söyle hemen gelsin işe başlasın.
--Çok teşekkürler Ahmetciğim bu iyiliğini hiç unutmayacağım. Sen den bugün izin istiyorum. Dışarda biraz işlerim var. Arabanı alabilir miyim? .
--Tamam alabilirsin. Yarın ikiniz sabahtan burada olun.
Nilgün sevinçliydi. Ama Engin'e bunu nasıl anlatacak ve onu nasıl değiştirecekti.
Arabayı parkın yanında müsahit bir yere parketti.
--Engin yerinde mi acaba.
Evet karşıda bir bankın üzerinde oturuyordu. Üzerinde incecik bir gömlekle
üşüdüğü belliydi. Nilgün'ün birden içi sızladı.
--Merhaba Engin.
--Siz ne yapıyorsunuz bu satte işte olmalıydınız.
--Hiç konuşmuyorsun ve benimle geliyorsun.
Engin'in sesi titriyordu.
--Nereye?
--Soru sorma lütfen. Hadi benimle gel.
Engin çaresizdi. Yüzünde soru sorar bir ifadeyle Nilgün'ün yanında yürümeye başladı.
Nilgün arabanın kapısını açtı. Engin oturdu.
--Nereye Nilgün hanım.
--Soru sorma Engin. Bundan sonra olacaklara karışma lütfen.
Yinede Enginin onurlu hareketlerini pis kokan eski elbiselerinin içinde görebiliyordu.
Nilgün arabayı bir erkek giyim mağazasının önünde durdurdu. Bu halde Engini mağazanın kapısından bile sokmazlardı. Ona birşey demeden.
--Bir dakika sen bekle ben hemen geliyorum.
Çabucak arabadan indi hızlı adımlarla mağazaya girdi. Tezgahtar kız hemen Nilgünle ilgilendi.
--Buyrun hanfendi.
--Erkek kazağı, pantolon, iç çamaşırı çorap kaç numara ayakkabı giyiyor acaba diye düşündü.
--Herhalde 42 fazla büyüğe benzemiyor.ayağı.
Biraz sonra elinde torbalarla arabaya bindi.
--Neler aldınız Nilgün hanım.
--Engin soru sorma lütfen.
Arabayı çalıştırmış gidiyorlardı. Bir hamamın önünde durdu.
--Engin yıkanmalısın eski elbiselerini çıkışta at ve bunları giy.
Engin gerçekten çaresiz bir durumda olduğunu biliyordu. Şaşkındı.
--Bu parayıda al çıkışta hamam işletenlerine verirsin. Ben şu yanda ki börekçi de bekliyeceğim.
--Peki nasıl isterseniz.
Bir saat olmuştu.Engin daha gelmemişti. Gözleri hamamın kapısındaydı..
Masada ki gazeteyi okumaya başladı. Birden yanında birinin durduğunu hissetti. Başını kaldırıp baktığında..
--Olamaz diye çığlık attı.
Karşısında çok yakışıklı bir erkek duruyordu.
--Bir de sakallarını kestirsek diye düşündü.
--Otur Engin bayağı değişmişsin.
--Neden benimle ilgileniyorsunuz?
--Bilmem kendime hep sordum. Sebebini ben de bilmiyorum. Belki de okadar tahsil yapmışsın emeğinin boşa gitmesi beni üzüyor olabilir.
--hadi börek söyliyeyim çayla banyonun üzerine iyi gider.
--Engin çok acıkmıştı börekleri ağzına tıkarcasına yiyiyordu.
--Özür dilerim çok acıkmışım dünden beri fazla birşey yemedim.
Çayını böreğini yemişti Engin.
--Kalkalım mı
--Şimdi nereye?
--Bugün hep seninleyim.
Engin kaderine razı olmuştu. Rabbimin bir lutfu bu diye düşündü. Sesini çıkarmadan Nilgün'ü takip etti.
İki adım ötede berber vardı. Birlikte içeri girdiler. Berber şaşkındı.
--Buyrun efendim.
--Arkadaşımı çok güzel traş edecekiniz. saç sakal.
--Tamam efendim.
Nilgün bir koltuğa oturdu. Gözü Engindeydi.
Yarım saat sonra karşısında yakışıklı bir bey vardı. Enginin yeşil gözleri ortaya çıkmıştı. İçinden,
--Nekadar yakışıklıymış diye düşünmeden duramadı Nilgün.
Berberde de işleri bitmişti.
--Şimdi nereye Nilgün hanım.
--Şimdi sana güzel kıyafetler alacağım.
--Bukadarını kabul edemem. Size verebilecek param yok benim. Ayrıca gece yine parkta yatacağım neden temiz kıyafetler alıyorsunuz?
--Hayır artık parkta yatmayacaksın. Soru sorma lütfen. Akşam yemekte sana herşeyi anlatacağım.
Nilgün arabayı erkek giyim mağazasının önüne çekti. Arabadan indiler. Kapıdaki görevliler prens ve prenses gibi karşıladılar onları. İçerde de karşılama aynıydı.
Nilgün güzel bir takım elbiseyi ve gömleği eline aldı.
--Bunu lütfen giyermisin?
Engin takımı aldı kabine girdi. Biraz sonra karşısındaydı. Göz kamaştırıyordu.
Çok şükür işleri bitmişti. Akşam da olmuştu. Biraz sonra güzel bir restaurana
giriyorlardı. Garson onları cam kenarında mumlar yanan bir masaya oturttu.
--Senelerdir böyle bir yere gelmemiştim.
Engin büyülenmişti sanki.
--Bir rüya mı bu. Nilgün hanım neler oluyor. Neden ben? .
--Yemek yerken konuşacağız. ne yemek istersin.?
--Ben ızgara türü birşeyler istiyebilirmiyim.
--Tabii. Bir de iyisinden kırmızı şarap garson bey.
Biraz sonra garson donatmıştı masayı. İçkilerini kadehlere dolduruyordu.
--Sıhhatine ve geleceğine Engin.
--Size nekadar teşekkür etsem azdır.
--Peki bundan sonra neler olacak söylermisiniz bana.
Nilgün Engin'e baktı. Nekadar yakışıklıydı.
--hayret bana neler oluyor diye düşündü.
Yoksa dilencilik yaptığından beri mi beğeniyordu Engin'i. Düşünceleri karışıktı.
Engin cevap bekliyordu.
--Önce hayatına bukadar karıştığım için senden özür dilerim. Ama yüksek öğrenim yapmış birinin gözümün önünde ölmesine izin veremezdim.
Kuzenimin bir şirketi var. Orada muhasebe müdürüyüm. Bana yardımcı olacak bir arkadaşa ihtiyacım var. Lütfen kabul et.
--Nilgün hanım neden kabul etmiyeyim. Dilencilik hoş birşey değil. Görüyorsunuz sokaklardayım. Önümüz kış. Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.
--Peki sizi bir otele yerleştireceğim şimdilik sonra ev için birşeyler düşünürüz. Yemekleri bitmişti.
--Kalkalım mı.
--Tabii.
Biraz sonra orta halli bir otele yerleştirmişti Engin'i.
--Senelerdir ilk defa bir yatakta uyuyacağım.bana yaptığınız iyiliği nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum.
--Hiç önemi yok. İnşallah hakkettiğin kariyere ve mutluluğa kavuşursun.
Tek dileğim bu.
Nilgün eve gelmişti. Mutluydu. Annesi uyumamış yine beklemişti.
--Ben yatıyorum güzel annem.
--Yemek yemeyecekmisin?
--Yedim canım. İyi geceler sana.
Nilgün düşünüyordu. Yaptıklarına inanamıyordu. Çok mutluydu ve Engin'e aşık olmuştu. Dilenci Prens ve ben, yazsam roman olur. Uykuya dalmıştı bile.
Sabah 8.30 da otelin kapısındaydı. Engin bekliyordu. hemen arabanın önüne
oturdu.
--Neden içerde beklemedin hava soğuk.
--Sizin arabadan çıkmanızı istemedim.
--Kahvaltı ettin mi?
--Hayır.
Aslında parası yoktu kahvaltı etmeye.
--O zaman bir yerde kahvaltı edip öyle işe gidelim.
Engin'in dinlenmiş yüzü etrafa ışıklar saçıyordu. Bir kafe de kahvaltılarını yaptılar. Şirketin yolunu tuttular. Enginle birlikte Ahmet'in kapısını çalıyordu.
--Gelin
--Merhaba Ahmet biz geldik. Sana bahsettiğim arkadaşım Engin.
--Hoşgeldiniz Engin Bey memnun oldum tanıştığıma.
--Nilgün odana bir masa koydum. Sen artık şirket hakkında bilgi verirsin Engin beye. Bir de yapılacak işleri anlatırsın.
--Tamam sağol.
--Haydi Engin Gel.
Birlikte Nilgün'ün odasına gittiler.
--Harika dekarasyon güzel bir odaymış. Benim işimi anlatırsanız hemen başlamak isterim.
Nilgün yapacağı işleri tek tek anlattı. Engin gerçekten çalışkan biriydi. Nilgün'e ait işleri bile büyük zevkle yapıyordu.
Aylar geçti. Engin kendine ufak bir ev tutmuştu. Nilgün de yardımını esirgemeyip mobilya seçiminde yardım etmişti. Bir akşam işten çıkmalarına beş dakika kalmıştı.
--Nilgün hanım bu akşam sizi yemeğe davet ediyorum. Herhalde beni reddetmezsiniz umarım. Çünki size kendimi borçlu hissediyorum.
--Olur mu öyle şey ne borcu. Ben senin için mutluyum. Bu da bana yeter.
--Ben bir taksi çağırayım.
--Yok şirketin arabasını alırım ben.
Biraz sonra deniz kenarında lüks bir restauranta giriyorlardı. Garson güzel bir masaya oturttu onları.
--Ne yemek istersiniz Nilgün hanım.
--Bu sefer ben de sana bırakıyorum.
--Peki o zaman karışık et, masayı donat. Bir de şampanya garson bey
--Engin de beni beğeniyor gözlerinden belli.
--Nilgün'e evlenme teklif etsem ne der acaba. Bir de aramız bozulmasın. Yok oda ben den hoşlanıyor belli.
İkisinin düşüncesi de aynıydı. Birbirlerine söylemekten çekiniyorlardı.
Garson masayı donatmıştı şampanyayı patlatıp kadehlere doldurup gitti.
--Nilgün hanım.
--Bana ismimle hitap edebilirsin.
--Peki Nilgün.
--Sana çok şey borçluyum. Beni hayata döndürdün. benim kurtarıcımsın.
Ben lafları dolandırmayı sevmem. benimle evlenirmisin?
nilgün şampanyasını yudumlarken aniden gelen teklif karşısında tıkandığını hissetti. Hemen kendini toparladı.
--Ne dedin benimle evlenmek mi istiyorsun.
--Evet işim, kurulu düzenim üstelik annemin babamdan habersiz çocukluğumdan beri biriktirdiği para da elime geçti.
--Peki neden ben. Bana borçlu hissttiğin için mi.
--Hayır seni seviyorum ben.
--Sahi mi anlamadım
--Bunda ne va Nilgün Bir dilencinin aşık olmaya hakkı yok mu.
--Aslında biliyormusun ben sana o zamandan beri aşıktım.
--Yarın size geliyorum annen den seni istiyorum tamam mı.
--Nasıl istersen.
Nilgün çok mutluydu seviyor ve seviliyordu. Yaşadıklarına inanamıyordu. Bir rüya görmüştü sanki, ama gerçekti.
Kırk yıl düşünsem bir dilenciye aşık olacağımı düşünemezdim. Ama ben sana aşığım Engin...
Halil İbrahim Bereketi
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış... Büyüğü Halil... Küçüğü ise İbrâhim...
Halil, evli çocuklu. İbrahim ise bekârmış. Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin.
Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş. Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya.
Halil :
- İbrahim kardeşim ; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.
- Peki ağabey demiş İbrahim.
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye. O gidince, düşünmüş İbrahim:
- Ağabeyim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine
Veee... kendi payından bir miktar atmış onunkine.
Az sonra Halil çıkagelmiş.
- Haydi İbrahim...! Demiş, önce sen doldur da taşı ambara.
- Peki ağabey...!
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşmüş yola..
O gidince, Halil'i düşünmüş bu defa:
- Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirip ev kuracak... Böyle düşünerek, kendi payından onunkine atmış birkaç kürek. Velhasıl , biri gittiğinde diğeri aktarırmış kardeşinin payına. Birbirlerinden habersiz etmişler akşamı. Bakmışlar ki buğdaylar bir türlü bitmiyor hatta azalmamış bile.
Bu kadar iyi yürekli iki kardeşin hiç bir işi ters gitmemiş. Ürünleri bereketli dostlukları ise hep hayırlı olmuş.
"Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Birbiri için çabalayan bu bereketin adı ise "Halil İbrahim" bereketidir...
Allah hepimize Halil İbrahim bereketi versin.
Birbirimiz için koşuşturalım, artalım eksilmeyelim.